30 Temmuz 2012 Pazartesi

Dünya'nın Yedi Harikası..


Keops Piramidi

Giza Piramitleri'nin üçü birden dünyanın yedi harikası listesine dahil değildir. Piramitlerden sadece Keops Piramidi bu listeye girmiştir. Keops Piramidi, 4. Hanedanlık zamanında MÖ 2560 yılında Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırıldı. Yapımının 20 yılı aştığı sanılmaktadır. Piramit yapıldığında 145,75 m yüksekliğindeydi. Yapıldığından itibaren 43 yüzyıl boyunca dünyadaki en yüksek yapı olarak kayıtlara geçmiştir. Keops Piramidi ilk inşa edilen olmasına rağmen dünyanın yedi harikası arasında günümüzde ayakta duran tek yapıdır.

Babil'in Asma Bahçeleri 

MÖ 7. yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında, ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı Strabo'nun 1. yüzyıldaki tanımına göre:
"Bahçeler birbiri üzerinde yükselen büyük direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu.Büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya yukarı Söylentiye göre Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis Medes kralının kızıdır. Söylentiye göre Mezopotamyanın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır.
Babil'in asma bahçelerinin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat, bölgede araştırma yapan arkeologlar, Babil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Babil'in Asma Bahçelerine ait olup olmadığını düşünülmektedir. Babil'in Asma Bahçeleri, klasik yazarlar tarafından ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanımlara göre çizilen resimler bulunmaktadır. Sanılanın aksine efsanevi bahçeler bir yerlere asılı değil, sadece sütunlarla desteklenen taraçalar üzerinde kurulmuştur.

Artemis Tapınağı 

İzmir'in Selçuk ilçesi sınırları içinde bulunan Efes'teki Artemis Tapınağı'nın temelleri MÖ 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen yapılmıştır. Tamamiyle mermerden oluşuyordu. Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmıştı ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyenHerostratus adlı bir Yunanlı tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir.

Zeus Heykeli 


Olimpia'daki Zeus Heykeli
Zeus Heykeli MÖ 450 yıllarında, adına olimpiyat oyunları düzenlenen Tanrıların kralı Zeus için, Olimpiyatlar'a ismini veren Olimpia'da yapılmıştır. Zeus Heykeli, bir tahta iskelet üzerine altın, fildişi ve metal parçalar yerleştirilerek Pantenon'un içinde yapılmıştır. Heykelin oturduğu taban 6,5 m genişliğinde ve 2 m yüksekliğinde, heykelin kendisi ise 12 m yüksekliğindeydi.Büyük bir yangın sonucunda yok oldu.

Rodos Heykeli 


Rodos Heykeli
32 metre yüksekliğinde, demir ve taşla desteklenmiş bronzdan yapılmış bir heykeldir. Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı Helios'a ithafen yapılmıştır. Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 56 yıl geçmesine rağmen, Rodos Heykeli dünyanın yedi harikasından biri olmayı başarmıştır. Bunun en büyük sebebi, devasa bir heykel olmasının yanı sıra Rodos adasındaki insanlar için beraberliğin simgesi olması idi. Rodos Heykeli’nin yapılması tam 12 yıl sürmüş ve heykel MÖ 282 yılında bitirilmiştir. Liman girişinde bulunan heykel MÖ 226 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırıldı. Rodoslular, Firavun Ptolemy III Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kâhine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 900 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u feth ettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar.[kaynak belirtilmeli]

İskenderiye Feneri 


İskenderiye Feneri
Tehlikeli kıyı şeridi boyunca gemicileri yönlendirmek amacı ile Mısır'ın İskenderiye kenti kıyısındaki Faros (Pharos) adasında yapılmıştır. Proje Büyük İskender'in komutanları Ptolemy Soterzamanında MÖ 290 yılları sonunda başlamış, ölümünden sonra oğlunun hükümdarlığı zamanında bitirilmiştir. Şehrin batı limanında bulunan fener yaklaşık 166 m yüksekliğindedir. Sadece harikaların değil bugüne kadar yapılmış fenerlerin de en yükseğidir. Gemicilik için güvenli bir ortam sağlamak isteyen Yunanlı tüccar Sostratus tarafından finanse edilmiştir. Fener'in en gizemli yanı, gündüzleri bile güneş ışığını denize yansıtmak amacı ile tasarlanmış cilalı bronz aynalarıydı. Geceleri ise aynaların önünde ateşler yakılıyor, böylece aynanın yansıttığı ışık gece yaklaşık 50 km mesafeden görülebiliyordu. Yapı bir dizi depreme kadar bozulmadan kaldı. Fakat depremler ve doğal şartlar sonunda çöktü. Üst kısmı 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde çöktü. En sonunda 1480 yılında Memlük Sultanı Kait-bay tarafından fenerin olduğu yere yapılan bir kalede malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkıldı.

Kral Mausollos'un Mezarı (Halikarnas Mozolesi) [değiştir]


Halikarnas Mozolesi
Halikarnas Mozolesi, Kral Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından yaptırılmış bir mezar. Bodrum civarında yapılmış ve yapımı MÖ 350 yılında tamamlanmış. Tabanın üstünde kenarları heykellerle süslenmiş basamaklı bir podyum bulunuyordu. Süslü su mermerinden yapılmış lahit ve mezar odası, podyumun üstünde bulunuyordu ve İyonya tarzı kolonlarla çevrilmişti. Sıra sütunlar, yine heykellerle süslenmiş bir piramit çatıyı destekliyordu. Dört tane savaş atıyla çekilen bir savaş arabası heykeli ise piramidin tavanını donatıyordu. Halikarnas Mozolesi'nin toplam yüksekliği 45 m. idi ve 4 tarafındaki 4 heykelin her birini ayrı bir heykeltıraş yapmıştı. Bu heykeller, tanrıların değil de insanlar ve hayvanların heykelleri olmasından dolayı tarihte özel birer yer tutarlar. 16. yüzyıl boyunca Halikarnas Mozolesi iyi bir durumda korundu. 15. yüzyılda Haçlı Seferleri sırasında St. John şövalyeleri bölgeye geldiler ve bugün Bodrum Kalesi olarak geçen büyük bir kale yaptılar. Bu kalenin yapımında Halikarnas Mozolesi'nin nerdeyse bütün taşları kullanıldı.

Diğer listeler [değiştir]

Yeni harikalar

İsviçre merkezli "New7Wonders Vakfı", dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek için başlattığı yarışmaya 21 finalist eser katıldı. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 milyon kişi cep telefonu veYeni Yedi Harika, New7Wonders.com adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçti. Oylama 7 Temmuz 2007'de (07/07/07) sona erdi. Cep telefonu ve internet oylarıyla belirlenen dünyanın yeni 7 harikası, Portekiz'in başkenti Lizbon'da ilan edildi. Dünyanın yeni 7 harikası; Ürdün'deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan'daki Tac Mahal anıtmezarı şeklinde sıralandı.



siz hangisine gitmek isterdiniz...

2011’in moda olaylar



Moda dünyasıyla yakından ilgilenenler için her gün en az birkaç tane ilgi çekici haberin duyulduğu zamanlar geçiriyoruz.

2011’in moda olayları
 Fakat modayla ilgili bazı olaylar var ki, onlar sadece bu konuyla haşır neşir olan insanların değil, herkesin ilgisini çekiyor. Biz de yeni yıl yaklaşırken liste yapmak adettendir dedik ve 2011’in en çok konuşulan moda olaylarını derledik.

Lady Gaga’nın yumurtası
Moda ve çok konuşulanlar listesi yapılır da Lady Gaga’nın adı geçmeden olur mu? En çok konuşulan kostümü ise kesinlikle 53. Grammy Ödülleri için tercih ettiği oldu. Salona beş kişinin omuzlarında taşıdığı bir tahtırevan üzerindeki Hüseyin Çağlayan’ın tasarladığı dev yumurta içinde giren Gaga, “Kuluçka döneminde yim mesajı vermek istedim” demişti. Tabii bu arada En İyi Kadın Pop Şarkıcısı ödülünü de almayı ihmal etmedi. Bakalım Gaga 2012’de ne gariplikler ‘yumurtlayacak’?

 
John Galliano’nun ırkçı sözleri
John Galliano’nun mart ayında, Paris’te bir barda sarhoşken saf ettiği Yahudi karşıtı sözler (“Hitler’i seviyorum”) internete düştü. Moda dünyasının gelmiş geçmiş en önemli yeteneklerinden biri olarak görülen Galliano, baş tasarımcısı olduğu Dior’dan kovuldu. Yargılanma süreci sonunda Galliano suçlu bulundu ve 6 bin avro para cezasına çarptırıldı, özür diledi. Mahkeme aynı zamanda tasarımcının alkol ve uyuşturucu tedavisi gördüğünü de belirtti. Şimdilerde Galliano’nun tedavi görmeye devam ettiği söyleniyor. İsmi henüz yeni bir modaeviyle de anılmış değil. Yerine kimin geçeceği de (henüz resmi olarak açıklanmasa da Raf Simons adı kesinleşti gibi) merak konusu.

Kate’lerin gelinlikleri
Biri dünyanın en çok takip edilen stil ikonu, diğeri İngiliz kraliyet ailesinin gelini olunca gelinlik seçimlerini bütün dünya merak etti. Kate Middleton’ın gelinliği düğünden aylar önce merak edilmeye başlandı ve büyük bir sır olarak tutuldu. Yine de sonunda tahminler doğru çıktı ve Kate, seçimini Alexander McQueen’in yerini alan Sarah Burton’dan yana kullandı. Zarif gelinlik, Grace Kelly’ninkini andırıyordu.
Kate Moss’un tercihi ise yakın arkadaşı John Galliano’dan yana oldu. Uzun süredir birlikte olduğu James Hince’le İngiltere’de evlenen ünlü model, Galliano tasarımı sade gelinliğini Manolo Blahnik ayakkabılarıyla tamamlamıştı.  

Yasaklanan reklamlar
Önce Dakota Fanning’in yer aldığı Marc Jacobs Oh Lala parfümünün reklamı, “17 yaşındaki modelin küçük görünüyor olması ve verdiği pozun cinsel olarak provokatif bulunması” sebebiyle yasaklandı. Ardından da 14 yaşındaki Hailee Steinfeld’in, tren raylarında oturarak poz verdiği Miu Miu reklamı “Bir çocuğu tehlike arz eden bir ortamda gösterdiği” için kaldırıldı. 10 yaşındaki Thylane Loubry Blondeau’nun Vogue Paris’te büyük bir kadın gibi giyindiği moda çekimi de büyük çalkantı yarattı.

McQueen’in öldükten sonra kırdığı rekor
Şubat 2010’da hayata veda eden moda tasarımcısı Alexander McQueen’in ardından onunla ilgili pek çok şey moda dünyasında olay oldu. Fakat New York Metropolitan Müzesi Kostüm Enstitüsü’nde gerçekleşen ve 100’ü aşkın tasarımın yer aldığı Alexander McQueen sergisi 661 bin 509 ziyaretçiyle Metropolitan Müzesi’nin rekorunu kırdı.

Versace-H&M işbirliği
H&M’in lüks modaevleriyle yaptığı işbirlikleri bugüne kadar pek çok modacının tasarımlarına uygun fiyatlarla ulaşmayı sağladı. Versace’nin H&M için hazırladığı koleksiyon da palmiyeleri, baskıları, zımba detayları, altın ve dore renkleriyle hem sezonun baskın trendlerini hem de klasik Versace çizgilerini sundu. Tabii internetin yanı sıra yaklaşık 300 mağazada satışa sunulan koleksiyon yaklaşık
30 dakikada tükendi. 2012’deki ortaklık Marni ile olacak.
Valentino’nun sanal müzesi
İtalyan modaevi Valentino hem moda hem internet dünyası için bir devrime imza attı. 5 Aralık’ta açılan Valentino Garavani Sanal Müzesi, tasarımcının 45 yıllık birikimi gözler önüne serdi. Böylece bilgisayarınıza indirebildiğiniz, dünyanın neresinde olursanız olun gezebileceğiniz ilk moda sergisi de evlerimize geldi. 3D teknolojisi kullanılarak oluşturulan müzenin, gerçeği açılmak istense 107 bin metrekareye ulaşacağı söyleniyor.
Benetton’un Unhate kampanyası
Birlik olmak ve paylaşmak üzerine kurulu kampanyalarıyla meşhur Benetton, 2011’in en konuşulan reklamlarından birine imza attı. “Unhate / Nefret Etme” kampanyasının afişlerinde Obama ve Hu Jintao’yu, Papa 16’ncı Benedict ve İmam Ahmed Muhammed el Tayeb’i fotomontajla öpüşüyormuş gibi gösterdi. Vatikan’ın tepkisi üzerine birinci afiş yayınlanmasının ardından 24 saat geçmeden kaldırıldı ama bu, kurduğu www.unhate.benetton.com sitesinin, bir markanın şimdiye kadar aldığı en fazla tık sayısını alarak rekor kırmasına engel olmadı.
Moda kitapları
2011 kitap kurdu modaseverler için kesinlikle çok bereketli geçti. Fransız Vogue’un efsanevi eski genel yayın yönetmeni Carine Roitfeld’in anlatıldığı “Carine Roitfeld Irreverent”, Gucci Kreatif Direktörü Frida Giannini’nin derlediği “Gucci: The Making Of”, kırmızı tabanlı ikonik ayakkabı Christian Louboutin’un kariyer hikayesi ve Hüseyin Çağlayan’ın kitabı bunlardan bazıları...
Ümit Benan’ın yükselişi
2009 yılında Pitti Uomo Fuarı’nın düzenlediği Who is Next? (Sırada kim var?) adlı genç yetenek yarışmasında birinci olan Ümit Benan’a 2011 uğurlu geldi ve haziran ayında İtalyan modaevi Trussardi’nin  kadın ve erkek koleksiyonlarının baş tasarımcısı oldu. Benan duygularını “Bu bir armağan gibi çünkü elimizde 100 yıllık geçmişi olan bir marka, som altın var. Kendimi ayrıcalıklı hissediyorum.” diyerek anlattı.

5 Temmuz 2012 Perşembe

'Yaşanmış İlginç Hikâyelerle Osmanlı Padişahları'


Nermin TAYLAN tarafından titizlikle kaleme alınan 'Yaşanmış İlginç Hikâyelerle Osmanlı Padişahları' adlı kitabı çıktı.
Genç kuşak araştırmacı yazarlarımızdan Nermin TAYLAN tarafından titizlikle kaleme alınan 'Yaşanmış İlginç Hikâyelerle Osmanlı Padişahları' adlı eser; saltanatın incilerini ortaya çıkartarak, bizim de bunlardan istifade etmemizi sağlayacaktır. Emsallerinden çok daha kısa ve özlü olan bu eseri okurken bazen gülümseyecek, bazen gözleriniz dolacak, bazen de şaşıracağınız bir eser olarak okuyucularla buluştu.

'Yaşanmış İlginç Hikâyelerle Osmanlı Padişahları' adlı eser öncesinde;Osmanlı Devleti'ni, padişahları, şehzadeleri, sultanları, her zaman tarih kitaplarının bize verdiği kadarıyla, yani tek yönüyle tanıdık. Onlar ne yaparlar, neden hoşlanırlar, nasıl vakit geçirirler, nerede nasıl tepkiler verirler bilemedik, kısacası insani özelliklerinden çoğu zaman uzak kaldık. Bu eserle, yüzyıllar boyunca hüküm sürmüş bir devletin, iyi eğitim almış padişah hayatlarının çok kısa bir kesitinden, büyük ve asırlık dersler çıkaracağımız şüphesizdir.

Başta D&R olmak üzere tüm seçkin kitap evlerinde satışa sunulan bu kıymetli eser mutlaka her kitapseverin kitaplığında yer alması gereken bir kitaptır…





3 Temmuz 2012 Salı

Bize de Bekleriz: Love is in the Air


Kerem Akça, ‘Grease’ etkili gençlik müzikalini ele aldı

03 Temmuz 2012 Salı, 09:46:48
Love is in the AirSonra Oku

Danimarka çıkışlı, tek gecede geçen ve pembe dizi renklerinin dolgunluğuyla yürüyen bir gençlik müzikali. “Gündüz Gece” ile 2000’lerin en iyi filmlerinden birini veren yenilikçi yönetmen Simon Staho, burada farklı bir türe el atıyor. Yüzde yüz bir başarı olmasa da “Love is in the Air”, alanında “Kırmızı Değirmen” sonrası üreyen ‘kurmaca evrenli denemeler’in arasına katılmakta sıkıntı çekmiyor.


Grease” (1978) sonrası başlayan gençlik müzikali furyasına ‘dinamik’ bir dokunuş... “Love is in the Air” (“Magi i Luften”, 2011) adeta 80’ler ruhuyla yoğrulmuş bir ‘pembe dizi’ kıvamında. Pembeden maviye, kırmızıdan sarıya uzanan ışık-renk skalasıyla da bir biçim gösterisi yapma derdinde. Bu dokuyu yüzde yüz bir başarıya ulaştırma ve gençlerin sorunlarına odaklanan ‘çatı’yı kurma sıkıntıları çekiyo

viyanada bir atölyede

Yıl 1931 Viyanada Bir döküm atölyesi,Dünyanın en muhteşem heykelinin yapımı gerçekleşiyor,Bu fotoğrafı belki ilk defa görüyorsunuz.. — Gül Gunes ve MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Madonna İstanbul konserinde göğsünü gösterdi İşte Madonna'nın İstanbul konserinde göğsünü açtığı a


Madonna İstanbul konserinde göğsünü gösterdi
19 yıl sonra ikinci kez geldiği İstanbul’da 50 bini aşkın kişi coşturan Madonna, sahne şovuyla ilgili ilgisiz herkesi büyülemeyi başardı. “Herkes oradaydı” desek yanılmış olmayız herhalde

Sadece İstanbul’dan değil Türkiye’nin çeşitli noktalarının yanı sıra yurt dışından da binlerce kişi Türk Telekom Arena’ya aktı önceki gece.

İki saat boyunca sahnede kalan Madonna’yı Ajda PekkanKenan Doğulu-Beren SaatAzra Akın-Kıvanç TatlıtuğMirgün Cabas-Tuba Ünsal,   Çağla Şıkel-Emre AltuğEda Taşpınar, Yaşar,Sibel TüzünKenan İmirzalıoğluGülben Ergen ve daha nice ünlünün aralarında olduğu isim izledi.


Bir hayranı, konserin bir bölümünde sağ memesini açan Madonna’yı böyle görüntüledi.

Ünlülerle müzik yazarlarının birleştiği ortak nokta, bunun bir konserden çok etkileyici bir sahne şovu olduğu yönündeydi:

Sibel Tüzün: “Madonna tarzıyla ve duruşuyla kimseye benzemiyor.”

Demet Akalın: “Bir kez daha anladık ki Madonna’mız büyük insan, hatta insan değil. Öyle birperformans, kondisyon, yetenek yok. Normal bir gen taşıdığını sanmıyorum.”

Ajda Pekkan: “Muhteşem bir şov izledim. İnanılmaz bir prodüksiyon vardı. Çok etkileyiciydi. Madonna bütün starlar gibi mükemmelliyetçiliğini, titizliğini ve işine olan saygısını ortaya koydu.”

Gülben Ergen: “Güçlü bir kadın. Dimdik, profesyonel, gözlerinden ışık çıkıyor. Sertab Erener bir ara ‘Ezici’ dedi... Doğru bir tabir, ezdi geçti.”

İnsan Yaşlandığını Ne Zaman Anlar?

Son zamanlarda, çevremdeki kimi dostlar sıklıkla yaştan-yaşlanmaktan söz eder oldular. Duygular tıkandığında "Eh yaşlanıyoruz artık, olacak o kadar," klişesinin ardından el sallıyorlar kimi zaman. Ne yalan söyleyeyim, ben de farklı değilim. Varsa ufak bir farkım, şudur belki: Korkmam.
"Yaşlanmıyoruz, yaş alıyoruz," ya da "Ne yaşlanması, bu sadece olgunlaşma," klişelerini de sevmem. Yine de bütün bu, huysuzluklar senfonisinin içinde iyi bir keman solosu duymaya ihtiyacım varmış. O ses de Jean-Louis Fournier'nin kitabıyla geldi: Son Siyah Saçım (ve İhtiyar Delikanlılara Bazı Öğütler)


1938'de Arras'ta doğmuş Fournier. Görme şansına eriştim nefis bir Fransız kenti. Kitabın orijinali 2006'da yayımlandığına göre, 60 yaşında yazmaya başladığı kitabı 68 yaşındayken eline almış. Altmış yaş sonrasında hayatın kenarına düşülen notlar, geçen günlere atılan başlıuklar, aforizmalar, küçük tespitler, büyük düşkırıklıkları, daha da büyük kahkahalar kitabı diyebiliriz Son Siyah Saçım için. Küçük hikayecikler, tanıklıklar ve en önemlisi sıradan görünen, gündelik bir an'ın, altmış yaş sonrası algısındaki izdüşümleri. Bütün bunlar o kadar usatca harmanlanmış ki...


Hayatla, bu saçma dünyadaki varlığıyla ve kendisiyle dalga geçebilen herkesin, ince bir tebessümle okuyacağı, nefis bir kitap bu. En önemlisi de, o yaşların kendisine çok uzak olduğunu düşünenlerin bir süre başucunda durması gereken bir kitap. Yaşlanmak gerçekten nedir? Bir insanın "son kullanma tarihi" nedir? İnsan yaşını söylemekten ne zaman çekinmeye başlar? Yaşlılığın huysuzluğu, insanı nasıl yalnızlaştırır? Yaşlı bir insanın rüyalarında ne vardır?

Bu aralar, yaşlılıktan dem vuran bütün dostlara bu kitaptan bir tane hediye etmek istiyorum. Ya da daha iyisi, kitabın sözlerini iyice sindirip, uzun süren içkili yemeklerde, o dostları bu sözlerle "güzele" davet etmek.

Unutmadan: "Sahilin farları sönse de gökyüzünde fener yandıkça denizci kaybolmaz. Eğer yukarıda ışık kalmışsa her şey bitmez. Düş kurmaya devam edilebilir."

Başlıktaki sorunun, Fournier'ye göre cevaplarından birini vermeli: "İnsan ihtiyarladığının ne zaman farkına varır biliyor musunuz? Bronzlaştığında bile güzelleşmez."

Yeterince konuşan ve zeki kitaplar, bizi hiç bırakmasın.

24 Haziran 2012 Pazar

Ateş Seni Çağırıyor!

Ateş Seni Çağırıyor!

Gece, İstanbul’un Anadolu yakasından Avrupa yakasına baktığınızda yüzlerce binanın, gökdelenlerin, eğlence merkezlerinin ışıklarını görürsünüz. Rengârenk neon ışıkları, laserler, boğazı, gökyüzünü ve hatta Anadolu kıyısını bile aydınlatır. Bir mü’min kardeşimin aynı görüntü üzerine tefekkürünü hatırlıyorum. O ışıl ışıl görüntünün, insanları nasıl etkilediğini, bütün çekiciliğiyle dâvet ettiğini, o görüntüyü sabaha kadar izlemek mümkünken, sadece namaz kılmak amacına hizmet eden yerler olarak görüldüğü içindir ki camilerin kapılarının kilitlendiğini, karanlığa terk edildiğini söylemişti. Camiler Allah’ın eviydi oysa. Belki bir ihtiyaç sahibi içeriye girecek, başını sokacak bir yer bulmanın sevincini tadacak, belki de bu vesileyle o kişi iman edecekti.

Karşı tarafın gözleri kamaştıran görüntüsünü izliyorum. Birçok gencin orada olma hevesiyle imrenerek baktığı o ışıklar, Bediüzzaman’ın sözlerini hatırıma getiriyor; “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum.”

Şimdi karşı taraf yangın yeri gibi görünüyor gözüme. Özellikle gençleri Allah’tan uzaklaştıran, dünyaya yönlendiren, dünyanın süslerine âdeta madde bağımlısı gibi bağlayan her ne varsa içine alan, gençleri yutan alev alev bir yangın yeri.

Bediüzzaman’ın Eskişehir Hapishanesi penceresinden izlediği liseli kızların elli yıl sonraki durumlarını görerek hüzünlenmesini düşünüyorum. Kaç anne baba çocuğunun bırakın elliyi, bir on yıl sonrası için endişe ediyor? Çoğu insan yaşadığı gibi inanıyor, boşveriyor, önemsemiyor, “Nasılsa ileride her şey yoluna girer” diyor. Rahmânî bir merhamet göstererek çocuklarının ahiretini değil, şeytanî bir merhametle dünya hayatını düşünüyor. Ahireti yerine çocuğunun dünyasını güzelleştirerek ideal anne baba olduğunu zannediyor.

Müslüman bir bayandan duyduğum sözler beni çok hayrete düşürmüştü bir zamanlar. Yurt dışında yaşayan oğluna dair güzel bir haber aldığını anlatmıştı bayan. Kendisi, evlenecek bir genç kız bulmuş olduğu haberini beklerken, oğlunun namaza başladığı haberiyle sevincinin yarım kaldığını söylemişti.

Çocuklarına hayatın amacının yalnızca yemek, içmek, eğlenmek, iş sahibi olmak, evlenmek ve aile kurmak olduğunu telkin eden anne babaların, “Ne olacak bu gençlerin hâli?” sorusunu sormaya hakkı var mı sizce? Böyle anne babaların çocuklarının, küreselleşen dünyanın top gibi nereye vursan oraya yuvarlanan gençleri olmaları şaşılacak bir durum olmasa gerek.

“Bizim zamanımızda böyle miydi?” diye serzenişte bulunan insanlara soruyorum. Sizin zamanınız bitmedi ki. Yaşıyorsunuz ve hâlâ zamanınız devam ediyor. Sorumluluklarınız gençlik dönemiyle birlikte sona mı erdi? Neden gençlerin sizin zamanınızdakinden daha dejenere olmasına izin verdiniz, veriyorsunuz?

Gençlik hızla akan nehir gibi. Yaşlılıkta sular duruluyor, yeniden hızlanmasına ise imkân yok. Bahar gibi gençlik; ardından kış geliyor ama bahara yeniden kavuşmaya imkân yok. Baharın tazeliğinin, verdiği enerjinin, coşkunun sahte ilâhlar peşinde, tüketim çılgınlığı içinde boşa heba edilmesi ne büyük israf. İnanç mutluluğun anahtarı iken gençlerin o anahtarı asla bulamayacakları yerlerde araması ne büyük yanılgı.

Düşünüyorum, karşı yakanın görüntüsüyle ne kadar da örtüşüyor şu reklâm sloganı: “Ateş seni çağırıyor!” O ateş gençleri her dönem çağırıyor. Gençliği ateşe değil, iyiye çağırmalı. Böylece bütün insanlığı iyiye çağırmış olursunuz. O zaman o ateş soğuk ve esenlik olacak, Hz. İbrahim’i (as) nasıl yakamadı ise, iyiliğe yönelen gençleri de yakamayacaktır.

“Gençliğin rûhunu, işlemeyen bir tarla gibi kendi hâline bırakırsanız, orada ısırganlar, dikenler yetişir biter.” (Snellman) 

Yeni Asya

Dali'nin tablosu Çalındı


 Dali'nin tablosu Çalındı
Ünlü İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali'nin New York'taki bir sanat galerisinde sergilenen tablosu çalındı.

        Venus Over Manhattan Sanat Galerisi yetkilileri, "Cartel des Don Juan Tenorio" adlı tablonun müşteri gibi davranan bir kişi    tarafından
       çaldığını açıkladı.

       Güvenlik kameraları tarafından kaydedilen görüntülerde hırsız, güvenlik görevlisinden fotoğraf çekmek için izin istiyor, güvenlik          görevlisi uzaklaşır uzaklaşmaz tabloyu duvardan indirip yanında getirdiği büyük siyah bir torbaya koyuyor.

       Dali’nin 1949 yılında tamamladığı tabloya yaklaşık 150 bin dolar değer biçiliyor.

       Koleksiyoncu Adam Lindemann’a ait Venus Over Manhattan Sanat Galerisi, Mayıs ayında açılmıştı. Galeride 19. yüzyıla ait eserler   sergileniyordu.

      Kaynak:sabah.com.tr

Çanakkale'den İlk Kareler


Çanakkale'den İlk Kareler
Senaristliğini 'Çılgın Türkler' kitabının yazarı Turgut Özakman'ın yaptığı 'Çanakkale 1915- Diriliş' isimli filmden ilk kareler ortaya çıktı. Çekimler zorlu koşullara rağmen sürüyor.
Bu yıl gösterime girecek olan üç Çanakkale Zaferi filminden biri olan ’Çanakkale 1915-Diriliş’ isimli filmden ilk fotoğraflar gün yüzüne çıktı. ’Çılgın Türkler’, ’Diriliş’ ve ’Cumhuriyet’ adlı kitapların yazarı Turgut Özakman’ın kaleminden, Türk milletinin diriliş hikayesinin anlatıldığı filmin çekimleri son hızıyla devam ediyor. Ancak 18 Ekim’de vizyona girmesi beklenen filmin çekimleri; sert rüzgarlar ve kum fırtınası nedeniyle set ekibini zorluyor. İşte filmle ilgili ilginç bazı detaylar:

SUBAYA DANIŞILDI 
Yönetmenliğini Yeşim Sezgin’in yaptığı filmin savaş sahneleri için 500 kişilik yardımcı oyuncu kadrosu, askeri eğitim aldı. Film için yüksek rütbeli üç subaydan da danışmanlık alındı.
Çekimleri Çanakkale’de yapılan film için döneme ait silah, tüfek ve topların yanı sıra bazı özel topların mekanizması da, gerçeği ile aynı boyutta inşa edildi.

FİLME ÖZEL EFEKT 
Çekimler, şu an hem su altı kameralarıyla denizden, hem de helikopter aracılığıyla havadan yapılıyor.
Çekimlerine 19 Mayıs’ta başlanan film için 2 binin üzerinde askeri kostüm dikildiği belirtiliyor.
Filmde gerçekçi patlamalar yaşanması için, görsel efekt ekibi özel ekipmanlar imal ediyor.
Patlama sahnelerinin malzemeleri yurt dışından getirilirken film ekibi titizlikle çalışmalarına devam ediyor.

ÖLMEDEN ÖNCE SÖYLENEN BİRKAÇ SÖZ






Ölüme gülerek bakmak



Türkiye’de özellikle 1996 tarihli Ridicule filmiyle tanınan Patrice Leconte’un, 2012 ilkbaharında vizyona çıkacak yeni filmi İntihar Dükkânı (Le Magasin de Suicides) bir animasyon. Film yapım aşamasındaki kimi sorunlar yüzünden bir erteleme yaşadı ama fragman görüntüleri, dinamik, dünyası özel, dili farklı ve eğlenceli bir animasyon izleyeceğimizi fısıldıyor bize. Beklentiyi animasyon severler için özellikle heyecanlı kılan ise İntihar Dükkânı’nın aynı adlı romandan yola çıkan konusu. 1953 doğumlu Fransız yazar, senarist ve karikatürist Jean Teulé’nin bu romanı, İsmail Yerguz çevirisiyle Sel Yayıncılıktarafından yayımlandı.

Distopik bir hikaye anlatıyor Jean Teulé. Evrenin Madam Indira Tu-Ka-Ta adında bir diktatör tarafından yönetildiği, dünyaya açılan tek pencerenin Üç Boyutlu Algılar televizyonu olduğu, tümüyle yok olan ozon tabakasını yeniden oluşturabilmek için Sibirya’ya altı yüz metre yüksekliğinde sekiz yüz bin bacalı komplekslerin yapıldığı, sülfürik asit yağmurlarının dinmediği, para biriminin avro-yen olduğu (Avrupa-Çin birleşmesinde ABD’nin ve doların devre dışı bırakılışı ayrı bir konu), insanların Unutulmuş Dinler sitesi benzeri sitelerde yaşadığı ve istedikleri intihar tarzını seçmek için kapısında “Hayatta başarılı olamadınız mı? Bize gelin, ölümünüzü başaracaksınız!” yazan küçük bir dükkândan medet umdukları, alışveriş torbalarına ipler, zehirler, tabancalar koyarak evlerine döndükleri bir dünya. Yazar hikayesini tümüyle o dükkâna, Tuvache ailesi tarafından işletilen İntihar Dükkânı’na odaklıyor. Hikaye bir kırılma noktasıyla, baba Mishima, anne Lucrece ve çocuklar Vincent ile Marilyn’den oluşan aileye, yeni bir üyenin Alan’ın katılmasıyla başlıyor. Ailenin isimlerindeki Yukio Mishima, Lucrece Borgia, Vincent Van Gogh ve Marilyn Monroe göndermelerinin üstüne, yeni üyeyle bir de Alan Turing göndermesi ekleniyor böylece. Ama Alan’ın aralarına katılması, hayatlarına son vermek isteyen insanlara her tür olanağı sunan Tuvache ailesi için bir felaket oluyor. Çünkü Alan, ailesinin diğer üyelerinin aksine güler yüzlü, günün her anından keyif alan, dükkâna gelen bütün müşterilere yaşamanın güzelliklerini anlatan bir çocuk. “Dünya ne kadar çivisinden çıkmış olursa olsun, yaşamaya değer,” diyen bir çeşit Polyanna. Yıllar geçip ağzı daha fazla laf yapmaya başladıkça, Tuvache’ler için ciddi bir tehlike olmaya başlar yaşama sevdalısı çocuk. Dükkânda işlerin “kesatlaşmasına” neden olunca, kin ve nefret dolu insanların arasına, Monako’daki “İntihar Komandoları Eğitim Merkezi”ne yollanıyor. Ama sonuçta tahmin edileceği gibi oranın ölüme odaklı dirliğini ve düzenini de bozuyor ve apar topar geri yollanıyor. Hem de daha büyük cümleler etmeye başlamış olarak: “Hayat neyse odur. Değeri neyse odur. Hayat da beceriksizliler ve sakarlıklarıyla yapabileceğini yapar. Hayattan da çok fazla şey istememek, beklememek gerekir. Dolayısıyla hayatı yok etmek gibi bir şeyi de istememek gerekir. Her şeyi iyi tarafından almak gerekir.”

Jean Teulé’nin küçük romanı tam da bu noktalarda zayıflamaya başlıyor işte. Kurduğu distopik yapının bütün elementlerine boş verip, “ne olursa olsun hayatı ve kendinizi seviniz” düsturuyla ilerleyen, giderek “sevgi her sorunu çözecek bir anahtardır” demeye başlayan bir kişisel gelişim kitabı havasına büründüğünde, içtenliğini yitiriyor. Dünyanın içinde bulunduğu durumun suçunu siyasi iktidarlara yükleyen “Yetersiz ve suçlu olduğunu kabul eden yönetim bu akşam televizyonda canlı yayında intihar etmeye karar verdi,” gibi bir çözüm de, açıkçası çocukça kalıyor. Böylece yazarın, çok kalın hatlarla çizdiği ve bir karikatüre dönüşen intiharın karşısına koyduğu yaşam sevgisi de, kendiliğinden karikatüre dönüşüyor.

Ama romanı başka bir okuma dinamiği içinde ele alabilirsek, zayıflık olarak değerlendirilebilecek bu durum, ortadan kalkıyor. O okuma dinamiğinin adına da; bir çizgi roman ya da animasyon filmi senaryosunu okuma deneyimi diyebiliriz. Dört-beş sayfalık 34 kısa bölümden oluşan roman, daha başından itibaren filmleştirilmesi amacıyla yazılmış sanki. Her bir bölüm, kendi içinde bir olay örgüsü taşıyor ve bir filmin bütünlüklü sahneleri için kaleme alınmış hissi veriyor. Aslında bunda şaşılacak bir yön yok. Çünkü Jean Teulé dergilerde çizdiği karikatürlerle popüler olmuş, uzun yıllar televizyon için çalışmış, ilk romanı sinemaya uyarlanmış bir isim. Ayrıca efsanevi Fransız aktris Miou-Miou’nun hayat arkadaşı. Dolayısıyla bu romanı da, en başından sinemaya uyarlanması amacıyla, hatta yakın dostu yönetmen Patrice Leconte’un önerisi-yönlendirmesi ile yazdığını düşünebiliriz.

Yine de Alan Turing’e saygı duruşu niteliğindeki bölümler ve adaşının aksine bedeniyle, güzelliğiyle sorunlar yaşayan Marilyn’in, mezarlık bekçisi Ernest’le (bir başka intihar eden yazara, Hemingway’e selam olsun) yaşadığı aşk okuma sürecini ilginç kılıyor. Ayrıca çizgi roman veya animasyon senaryosu yazmak isteyenler için, film hikayesini kurma konusunda bolca ipucu veren bir kılavuz olacağını, bu gözle bakıldığında ilginç bir okuma deneyimi vaat ettiğini de söylemeliyim.

Kitabını okuduk; sırada film var. Onun için kısa bir süre daha beklememiz gerekecek.